30 Mart 2012 Cuma

Kör bir falçatayla kessek

Kör bir falçatayla kessek
bu geceyarısı
sensizliği
işe yarar mı?
bunu bu saatte kime sorsak
cevaplar sence

şehir çoktan çekmiş elini insanlardan
bir ben
bir de ateş böcekleri firarda

aklı körelmiş bir kadın
gecenin tam ortasında
kaç kere seviştin
benden sonra
diye sorsa mesela

önüm arkam
sağım solum
bir yolu olsa ve
saklasam seni
içimdeki en deli halime...

A.Kumral

peki diyelim ki

peki diyelim ki
dipsiz bir kuyuyuz seninle ben
diyelim ki
çocuktuk ikimizde
annelerimiz kayıp

 peki ya
şimdi kaç kelime eder ki
sensizlik
bu şehirde

ipteki kör bir cambaz gibiyim
ayağım ha kaydı ha kayacak
biliyor musun
ansızın
içimdeki kelebekler
sana doğru
havalanacak

 A.Kumral

Damıtılmış bir hikayeden alıntı

Damıtılmış bir hikayeden alıntı
aşkın orta yerinde
içmeden duramıyorsun
içsen sarhoş
bir adım sonrası
narkoz

bağbozumu ruhumda
festival gibisin
güz zamanı
tekrar doğuyorsun
içimdeki mahsende

dağılmış bir hikayeden alıntı
aşkın en kenar mahallesinde
penceremdeki
fesleğen çiçeğinde
saklıyorum seni

dokundukça ellerime doluyorsun
dokundukça çoğalıyorsun
dokundukça ben oluyorsun

A. Kumral

28 Mart 2012 Çarşamba

çekiç çiviyi döver

çekiç çiviyi döver
çivi duvarı deler
duvar çiviyi tutar
bir çerçeve asılır ipiyle
 
gülüşün baki kalır
gülüşün bir yafta gibi
beni aşka düşüren
düşman eden
gülüşün

gözlerim takılır,
gözlerine
anılar dökülür
gönlüme
yaş yerine

kimseyi koyamadım inan ki yerine
içim boş kırık bir çerçeve

çekiç elimde kalır
duvarım delik deşik
ne çok çivi
ne çok çerçeve

bir tek resmine kıyamaz
çekiç tutan elim
elini tuttuğum
bir zamanlar

c.konca

SEN OLDUĞUMU SÖYLER MİYİM?


Ben ki kurduğum illegal örgütlerin
gizli tanığı
dilini yitirmiş bir kitap kapağı
Silkelediğinizde
Kupkuru yapraklar dökülür sayfalarımdan
Siz baktığınızda yosun görürsünüz beni
Ben kokladığımda bahar koklarım sizi

Ben ki faili meçhul cinayetlerin
malum faili
toplatılmış bir kitabın yanık sayfası
Asimle ettiğinizde
Sahaflar Çarşısı düşer sayfalarımdan
Siz baktığınızda yasak görürsünüz beni
Ben kokladığımda firar koklarım sizi

Bana kaç cüzlük olduğumu soruyorlar sorguda
Söyler miyim hiç,
Bilmiyorum der miyim?
Siz Elif görürsünüz baktığınızda bana
Ben Lam koklarım, kokladığımda sizi
Hiç, Mim miyim ?
Der miyim?

Naci ELMALI

27 Mart 2012 Salı

DOST KAHVESİ

Bir kahve yapıverse dostum
Otursak karşılıklı şöyle
Başlasak sohbete
Geçmişin tadı damağımızda
Geleceğin türküsü dilimizde
Otursak da bir karşılıklı
Sohbet başlasa
Günlerin köpüğü kahveye
Kahvenin telvesi hayata karışsa

 Bahar - 27 mart 2012

26 Mart 2012 Pazartesi

UMUT



Umut? Melankoli?

Kim bilir kimi düşünüyor?

Ekmek parası mı derdi,

Sevda yarası mı?

Kuşları mı seyrediyor yoksa?

Keyfe keder mi o dalışlar?

Bir cigara içimi mi o iç geçiriş?

Gözden ırak sevgiliye mi yoksa o sitem?

Umut? Endişe?


Belki oğlan hasta,

Evde ilaç bekler

Ya da sadece aylaklık belki?


Bahar - 23 Mart 2012

S'aklımdasın...

Ne zaman aklıma düşsen
Kendimi en olmadık bir yerde hayal ediyorum

Seninle hiç ayak basmadığımız
Gökyüzüne bakıp hiç hayal kurmadığımız bir yerde

Benim asla gidemeyeceğim
Seninse asla umut olup karşıma çıkmayacağın bir yerde

S'aklımdasın...

(Tül'ce)

ADINI BEN KOYDUM, ŞEBNEM.

"Bir annenin, eskimiş kazağının kollarından çocuğuna pantolon yapması, nasıl bir yoksulluğun göstergesidir?"

O’nu ilk gördüğümde, kenarlarında yarım ay şeklinde küçücük ısırıkları olan salçalı ekmeğini hemen yanı başındaki bir taşın üzerine koymuş, oturuyordu. Diliyle ıslattığı kurumuş dudaklarını ısırırken; bir eliyle kısacık kesilmiş saçlarını alnından ensesine doğru kaşıyor, diğer eliyle de hem yüzüne hem de taşın üzerine bıraktığı salçalı ekmeğine üşüşen sinekleri kovalıyordu.
Beni fark etmemişti henüz.
Sesimi çıkarmadım.
Üzerinde mor renkli bir pantolonu, dayanılmaz sıcağa rağmen kazağı yetmezmiş gibi onun da üzerine giydirilmiş naylonumsu kumaştan açık mavi bir elbisesi vardı. Boynunda eski bir tespihin boncuklarından ipliğe dizilerek yapılmış kolyesi ile elbisesinin eteği, kol ağızları, omuz ve göğüs bölgesindeki makine işi fistoları da olmasa; O’nun bir kız çocuğu olduğunu anlamak, neredeyse imkânsızdı.
Panda yavrusu gibi bacaklarını her iki yanına hafifçe açarak oturduğu yerden, çıplak ayaklarının altları görünüyordu. Gün boyu üzerinde yalınayak dolaştığı toprak zeminden ötürü, ayaklarının altı da siyah bir köseleyi andırıyordu. Ayaklarının üstü ile küt parmakları, oraya, Afganistan’a özgü un gibi toprağın tozu ile sanki biraz daha mı beyazdı? İlk bakışta ayaklarına göre daha temizce görünen elleriyle; sanki parmaklarından birinin ucuna bir diken batmış, o dikeni çıkarmaya çalışır hali vardı. Arada bir başını kaldırıp etrafına bakıyor; sonra salçalı ekmeğinden bir parça daha koparıp, yeniden taşın üzerine bırakıyordu.
Biraz uzağında bulunuyor olsam da ekmeğine üşüşen sineklerin rengi gibi bir çocuğa, özellikle bir kız çocuğuna hiç yakışmayacak kadar kara ve kirli yüzünde, o anda olduğu gibi, gelecekteki kaderini kısmetini de görebiliyordum.
Bir süre seyrettim O’nu.
Sessizce...
Nefessiz…
Yanına biraz daha yaklaşıp, fotoğrafını çekerken göz göze geldiğimizde; üzerimizdeki kızgın güneşin etkisiyle de biraz, kısarak baktığı gözlerini kaçırmıştı benden. Belki de hayatında gördüğü ilk yabancıydım.
Kim bilir?
Korktu!
Bulunduğu yerden, minik bir serçe telaşı ile evinin olduğu yöne doğru kaçarken koşar adımlarla; çıplak ayaklarına batan taşlara da aldırmıyordu hiç. Bir kesek parçası, ayağına takılıp yere düşmesine, toza toprağa bulanarak bir loğ taşı gibi yuvarlanmasına neden olmuştu.
Nasıl üzüldüm, nasıl içim parçalandı o haline…
Ahh! Anlatabilsem size...
O anda yere düşen sanki o değil, bendim.
Gözlerimi kapatıp, her iki omzumu boynuma doğru çekerek birleştirdiğim ellerimi, öyle bir sıkmışım ki: yüzüğümün parmağımda oluşturduğu ezikliğin acısını, çok sonra hissedecektim.
Bacaklarımı, dizlerim birbirine değecek şekilde sıkarak: “Şebneeem!” diye bağırdığımı anımsıyorum en son…

Adını ben koydum.Şebnem!

Vücudumda ne kadar tüy varsa, hepsinin diken diken oluşuna tanık olmak…
İnsanın, başından aşağı kaynar sular dökülmesinin tam anlamı ile ne demek olduğunu anlamak…
Tenimde, üzerine tuz serpilmiş salyangoz acılarını hissetmek o anda…
Ben seni nasıl unuturum Şebnem?

Yere düşerken attığın o çığlığını, ömrüm boyunca başka hangi ses çıkarabilir kulaklarımdan?

Gözyaşlarınla ıslanan yüzündeki o tozun, çizgi çizgi çamura dönüşmesini hele... Başka hangi görüntü silebilir gözlerimin önünden?


Kendini zor bela attığı o evlerinin bulunduğu avlunun, muhtemel bir havan topuyla yıkılmış duvarının ardından, yüzünün yarısını çıkararak bakarken bana; oturduğu yerdeki taşın üstüne, salçalı ekmeğinin hemen yanına bir paket çikolata bıraktım.
Gördü beni, biliyorum.
Geri gelmesini, almasını bekleyemedim ama.
Kusura bakma olur mu Şebnem?
Al o çikolatayı oradan ne olur…
Belki de ilk kez tadacaksın çikolatayı!
O tadı da beni de sakın unutma Şebnem!
Ben seni hiç unutmayacağım…
O çikolatayı alıp yerken küçücük ellerinle; seni görmeyi ne kadar çok istedim, bilemezsin.
Yanımda sana verebileceğim başka bir şey de yoktu, inan bana.
Elimde olsaydı eğer tutup elinden seni, en güzel sofralarda doyasıya yedirmek, tepeden tırnağa giydirmek isterdim rengârenk elbiselerle.

Ve hâlden anlamaz, kıymet bilmez bazı çocukların yaşadığı uzak ülkelere götürmek...
Dokunamadım sana, tutamadım elinden, çenenden tutup çeviremedim yüzünü yüzüme.
Parmak uçlarımla büzemedim dudaklarını hafifçe…
Gözlerimi kısarak, senin gibi bakamadım ya gözlerine yakından…
Ama bil ki; kösele gibi kara, kuru da olsa yanakların, seneler sonra aklımda, o çocuk yüreğin gibi tertemiz duruyorsun.



ÜÇ VAKİTTE ÖZGÜRLÜK

ağla çocuğum ağla
bu günler geçer elbet!
varsın
gözyaşların billur billur ışıldasın
gözbebeklerinden


ağla çocuğum ağla
bu günler geçer elbet!
bir gün
tertemiz bir dünya yansır gözlerine
nasılsa gülersin kahkahalarla içten!


ağla çocuğum ağla
bu günler geçer elbet!
biliyorum
binlerce gül açılır gözlerinde
cıvıldaşır binlerce kuş
yaşam ışıklarla donanır
mutlu olur tomurcuklar
çiçeklenir sevincinden.


Muharrem DOĞAN
Afganistan’dan İnsan Manzaraları - I
2005-2007

iki yakası bir araya gelmez bir şehirdeyim

iki yakası bir araya gelmez bir şehirdeyim
ama güzel yinede vapurun kıçından simit atmak
martılarla geçmek boğazı
atlamak vapurdan iskeleye yanaşmadan henüz
hayat telaşıyla atlamak bir çok şeyi
en çokta basit ve güzel olanları

Bu kadar basit ,eğer sen
iki yakası bir araya gelmez bir şehirdeysen
seveceksin denizi,vapuru,martıyı
Norveçin kıyısından
Bir sandalın kıçındaki mangala
düşen
emkek arasında uskumruyu
ayağına sürtünen,
tekirle paylaşmayı

bunun gibi bir çok şeyi
durup dinlemek Üsküdar da ezanları
Taksim İstiklal de kısa bir taksimden
çiçek paşajında fasıla geçmek
küfelik olmadan adabınla
çakır keyif eve dönmek
adam gibi

hep terk etmek istesende
iki yakan bir araya gelmesede
Galatadan atılan oltaların ucunda
çırpınsada hayallerin
senden önce milyonlarcasının sevdiği gibi
seveceksin
ama hiç bir zaman İstanbul sevmeyecek seni
İstanbulu dinleyen o şairin
dizelerindeki gibi
garip kalacaksın...
c.konca
26.03.2012

Vasiyet

Gün olur
Ecelim gelir de hani
Yanmadan ölürsem aşk ateşlerinde
Yakın beni

Salkım söğüt dalları getirin
Gediz Nehri’nden
Musabey’den şeftali çekirdekleri
Bir çıngıl sultaniye üzümü de olsun içinde
Bağ çubuklarının
Liseli bir kızın
Kitap sayfaları arasında kurutulmuş
Çiçekler de koyun koynuma
Yakın beni

Söyleyin
Toprak testilerde ayran yapsın
Menemen’li dostlarım
Tek şekerli tadında çayım
Umurlu suyundan olsun.
Dudaklarıma sürün...
Ardından
Bol anasonlu rakılar da dökün üstüme
Yakın beni

Camdan
Küçücük bir kavanoza koyun küllerimi.
Kapağını yarı açık bırakın
Çandarlı Körfezi'nden denize atın
İmbat rüzgarlarının estiği
Bir akşam üstü

Yakın beni

Muharrem DOĞAN
"Ege'li Yüreğim"
1999
ANKARA

SON

Ya öyle
Ya da böyle
Kurtuluşum yok,
Biliyorum.
Ya hasretten buralarda
Ya da kavuşunca sana sevinçten:
Gebereceğim.

Muharrem DOĞAN
Kasım-2006

Ne kısmet balıkları tutuyorsundur şimdi

Ne kısmet balıkları tutuyorsundur şimdi
küçücük fincan kayığında

üç vakitler,devlet kapıları
telveden yürekleri kabarmış
bayanlar baylar
mösyö ve madamlar

ne manalar çıkarıyorsundur
fincanın dibinden kimbilir
ama bilki burda
kahvenin hatrı az
falsız ve sensiz
gurbette ne zormuş şekerim
burnumda tütersiniz

c.konca

25 Mart 2012 Pazar

Gitmeliyim

Gitmeliyim
Kitaplarım özlemiştir beni
Camdadır karım
Çocuğum merdivenlerdedir
Sıkılmıştır askısında bıraktığım gömleklerim
Gitmeliyim
Sonra
Düşlerim yastığımdadır
Terime hasrettir çarşaflarım
Gitmeliyim

Muharrem DOĞAN
2001_Bodrum / MUĞLA

BEN HEP GİDERİM

SIRTIMDA BOŞ HEYBEM,
ELİMDE YARIM KALMIŞ MEKTUPLAR,
GİDİYORUM...
GELDİĞİM GİBİ GİDİYORUM...
AİT OLUP OLMADIĞIMI BİLMEDİĞİM O YERE GİDİYORUM...
HİÇ GELMEMİŞ GİBİ GİDİYORUM...
BEN GİBİ GİDİYORUM...
BEN HEP GİDERİM...
E.C.

‎16-17 ingiliz anahtarı

‎16-17 ingiliz anahtarı,
bir yıldız tornavida

ve bir penseyle deneyeceğim şansımı...

 Diğerleri kar etmedi düzeltmeye
bozuk kafamı...

C.C.K.

21 Mart 2012 Çarşamba

Bir ebru teknesi gibi

Bir ebru teknesi gibi
Uzanır Haliç önümde
Rengarenk,oynaşır
Oynaşır,yosmalar gibi
Dolaşır tekneler peşinde
...
Senin
O hiç görmediğin
Yakamozlar

c.konca

20 Mart 2012 Salı

Bir gün elbet Roma da

bir gün elbet Roma da
hani her yol Roma ya çıkarya
belki yanlız ,belki bir el elimde
dilimde bilindik bir arya

Fontana Di Trevi
Roma da bir çeşme
bir sır ve dilek içimde
bozukluk elimde

fırlatıp her şeyi zamana
arkama bakmadan geleceğim

fırlatıp bu bozukluğu
dönmeden arkama gideceğim

böyle tutulurmuş dilekler
ben hep umut edeceğim

Fontana Di Trevi
aşıklarn çeşmesi
bir gün onunla geleceğim
elimde eli, içimde aşkla
bundan başka ne dileyeceğim

c.konca

Soru

Gök bilir. Masmavi açar sardunyalarım. Metazori. Pespembe olur gökyüzünde güneş.
Güneş bilir. Tozpembe kızarır gökyüzü bu yüzden. Tasını tarağını toplayıp dağılır bütün kış güneşleri. Yalancı yağmurları yağar göğün, sözüm ona zemherinin habercisi.
Yağmur bilir. Sağanak patladığında sonsuza damlarım, damladımmı. Damladım mı? Damladım. Göğün son damlasıydım. Arsızdım. Umarsızdım.    

Yer bilir. Kendi damlalarımdan ıslandım. Uçurtma şenliklerinde o devasa uçurtma bendim. O bütün çocukların kendi uçurtmalarının ipini bırakıp, hayretle ve hayranlıkla gösterdikleri, o upuzun kuyruklu olan bendim.
Rüzgar bilir. Sığınmıştım rüzgarın güçlü kanatlarına. Yağmura ilenmiştim. Büyük bir depremin habercisi gibiydim. Büyüklüğüm ölçülemez değildi ki. Sekiz nokta Dokuz. Ölçülebilir bir uğultuyla düştüm. Düştüm. Mutlu çocukların yüzlerinde o anlamsız, o şımarık gülüştüm. Bir küçük çocuğu kabus görmekten kurtardım. Kabusunu tatlı bir düşe dönüştürdüm.
Düş bilir. Oysa ki, kabuslarla çevrilidir ömrüm ve ben o ömürden nakışı gümüşten elbiseler dikerim. Ben terzi değilim ama ellerim, usta bir terzinin elleridir.
El bilir. El ayak çekilince kentin üstüne büyük bir yorgunluk çöker. Benim ağırlığım çöker kentin üstüne.
Kent bilir. Kuru bir kaldırım arar gözlerim. Islatmadığım, damlayamadığım kaldırımlarda yorgunluk gidermek isterim. Dostun bilmediğini el bilir. Gecenin o saatinde el avuç açar bir dilenci. Az ötede koca kafalı bir kedi kendinden kat be kat büyük çöp bidonunu devirir.
Gürültü bilir. Ben konuştum mu, susar gökyüzü. Susamış dudaklara su olmaya öykünen ben, damlayamadığım kaldırımlarda yorgunluğumu gidermeye çalışan ben, gideremem gökyüzünün susuzluğunu. Konuşmam bu yüzden. Susamasın diye gökyüzü.
Su bilir. Yağmurun bende birikip, sonra bana dönüştüğünü. Yani suya. Yani benim sende birikip, sana dönüştüğümü. Yani bana. Yani senin bende birikip, bana dönüştüğünü. -Sen bilir misin?-
Ben bilirim. Bilmediğim bir anda öleceğimi. Adını hiç bilmediğim ve bilmeyeceğim yetim bir çocuğun düşlerine gömüleceğimi.
Gömüt bilir. İçinde ben olmayacağımı. Envai çeşit oyuncağa dönüşeceğimi.
Çocuk bilir. Bilir de sorar yine de. Bilir ellerimi ardıma neden gizlediğimi. Oysa ki, her çocuk için baba, en sağlam, en kırılmaz oyuncaktır. Sorar yine de...

"Baba! Bana oyuncak aldın mı?"

Oyuncak bilir. Bir çocuğun kendisinden ne zaman sıkılacağını. Bilir bir oyuncak, bozulma ve kırılma anının gelip gelmediğini. Bilir. Hangi duvara fırlatılıp kaç parçaya ayrılacağını. Hangi çocukla paylaşılıp hangi çocukla paylaşılmayacağını.

Asla kırılmaz bir oyuncaktan, her an kırılıp parçalanabilir oyuncak istediğini; büyüyüp, duygusal zekası iyice geliştiğinde anlar çocuk.

Peki. Bir çocuk ne zaman büyür, sanırsınız?

Naci ELMALI

18 Mart 2012 Pazar

CİHAN KONCA'DAN

kırdım kalbin kumbarasını ,
bozukluk sevdaları tam etim bir aşka

öyle harcayalım ki sevgilim
bizde bitelim, bu aşkla

ckonca

17 Mart 2012 Cumartesi

RİYAZİYE

Günü ikiye böl
Gece ve gündüz kalır geriye.
Lakin
Gündüzü ikiyle çarp
Bir gün olmaz.
Geceyi çıkar günden.
Gündüz kalır beriye.
Lakin
Geceyi ikiyle çarp
Bir gün olmaz.
Gündüzü çıkar günden
Gece kalır.
Toplasan bütün geceleri
Bir gün etmez.

Ne kadar bahsedersen dünden
-ki bir o kadar, eksilirsin bugünden.
Nasıl, bir araya getirsen bütün heceleri
anlamlı bir sözcük çıkmazsa ortaya
Bir araya toplasan bütün sözcükleri
Anlamlı bir cümle de kuramazsın hepsinden.
Yani... Yani...
Bütün gülüşleri bir araya getirsen,
o şen kahkaha çıkmaz.
Sesler de ilkokul çocukları gibidir.
Benzeyenleri olur, benzemeyenleri de...
Sınıflara ayrılır, calışkanları olur, tembelleri de...
Yarin kulağında onca kelimeden,
sadece "Sev" kalır.

Günü çarp günle
Günün karesi eder.
Günü kendisiyle üç kere çarp
Küpünü bulursun günün.

Gününü "Gün" et.
Düşmesin gözlerinin ferine keder.
Ne kadar acısı varsa da mazinin
Eseri kalmaz "Dün"ün.
Günler de yaşlılar gibidir.
Benzeyenleri olur, benzemeyenleri de...
Emekliye ayrılır, çalışanları olur.
Bir de oturanları, kahve köşelerinde...
Dünden ve yarından geriye, sadece "An" kalır.
Kapsar "Dün"ü, "Bugün"ü, "Yarın"ı "An".
Rakamlardan sıfırdır," Yutan".
Aslında öyle büyüktür ki "Gün"den.
Ne "Dün" görülebilir içinde
-geçmiş olur gider.
Ne eser kalır "Bugün"den.
-yarın olur biter.
Yeter ki sen unutmasını bir öğren.
Öyle bir "An" ki;
-tüm zamanların tanrıçası.
Öylesine anaç, öylesine doğurgan.
Hatırlamasını öğrendiğin için geçmiş var.
Oysa ki hatırlayabildiğin sadece anılar.
O anılar ki;
-bir çeşit "An"lar yumağıdırlar.
Sen hatırlayasın diye değil
Unutman için üst üste dolanırlar.

Yarını çarp yarınla
Karesini bulursun.
Yarını kendisiyle üç kere çarp
Küpünü bulursun yarının.

Bir uyuyup "Pir" uyandığında, her şeyi unutursun.
Her "An" kareköküdür, bir başka "An"ın.

Naci ELMALI

Şarapnel

şarapnel neymiş
ne belaymış başta gezen tayyare
nasıl yüzermiş denizde zıhlılar
ateş kusan toplar,
can biçen mitralyözler
nasıl büyürmüş gözler,
ansızın bir top gürlediğinde
canlı, canlı gömülürmüymüş insan
beklerken topraktan siperde,
nasıl bir caniymiş medeniyet
yedi düvel neymiş
renk ,renk gözler, saçlar ,tenler
ne çok dil varmış bilmediği
bir, bir öğrendi hepsini
bir süngü hücumunda
Allah’ ın ismi dilinin ucunda
on sekizini görmeden,
vuslat nedir bilmeden
çocuğuna anlatmadan destanını
değmeden önce tertemiz yüreğine,
bir şarapnel parçası
bir, bir öğrendi hepsini
hepsine bir,bir öğretti
insan olmayı, vatan sevmeyi
cesur olmayı ,millet sevmeyi
asil olmayı, bayrak sevmeyi
şehit olmayı Allah demeyi
yedi düvele
hepsine öğretti bir, bir
Çanakkale’ nin geçilemeyeceğini

ckonca

15 Mart 2012 Perşembe

Densizlik


Sessiz dinlesem sehir şimdi seni
Tüm kalabalığa rağmen yalnızsam
Seni özlüyorsam ey sevgili
Ve sen yoksan
Lapa lapa kar yağıyorsa istanbula
Beyoğlunda meyhane sarhoşları
Gibi hissediyorsam kendimi
Nedir bu tutkunluğum sana ey sevgili
Bu şehrin tılsımıdırbelki beni sana bağlayan
Oysa be yıllar önce gömmüştün onuda senin gibi
Şimdi hayalet sokakların da erenköyün
Senin hayalin ve eylüldeki ayrılık yağmuru
Islatıyor beni sensiz
Ve sen bodrumda ıssız bir mezarlıkta bensiz
Bilmem ne kadar dayanır bu sensizliklere bedenim
Bildiğimse seni çok özlediğim miniğim
Yokluğunda bu şehir ve ben yaşlandık
Veresiye yaşamın pençesinde
Şimdi zamanıdır küfretmeli alabildiğine
Yürekten bu sensizliğe
Dil tüketmesede tek bir kelimeyeter
bu densizliğe

Gamzenin anısına
20.ocak 2010-01-20 saat 12.05 am
İ.G.

Haziran...

Haziran…
Ben ve Ankara
Suskunduk
Kendi halimizde ve yalnızdık
Bekliyorduk bir mucize gelsin bulsun bizi diye
Haziran…
Gelincikler, yağmur, ben ve Ankara
Bekliyorduk güneşimizi
Haziran...
Ankara.. Kuğulu, Sen ve Ben
Kaldırımlarında bunca yürüğüm
Kuğularla sohbet ettiğim
Güvercinlerini beslediğim yerlere
Geldin ve
Tek başına adımladığım her yere
Bu defa
Seninle beraber bıraktık ayak izlerimizi
Ankara..Kuğulu, sen, ben, Haziran
BİZ….

Filiz Altıntaş
14 Mart 2012

PLASTİK İNDİGOLAR VE PLASTİK KRİSTALLER

En çok pazaryerlerini severdim
Nasıl da heyecanlandırırdı beni
Oyuncak tezgahının önünde durmak
Belki alınır diye en afilisinden
Bana da bir oyuncak

Pazardan alınma plastik bir araba
Nasıl da eğlendirirdi beni
Üzerine uzun bir tel bağlayıp
Bir de kıvırıp direksiyon yaparak
Dolaştırırdım sokak, sokak
Bir de güzel yıkardım eve dönünce
Ellerim suya ve toprağa değerdi
Akar giderdi toz, toprak

İştahsız olduğum günleri
Hatırlamıyor da değilim
İğneci kadın geldiğinde
Atmıştım kendimi karyolanın altına
Kaçmıştım köşe bucak

Yoğurtçu çıngırağını özlemiş kulaklarım
Bölerdi öğlen uykularımı
Babaannem para verince
Yoğurt almaya koşardım bir telaş
Sanırdım kaymağı kalmayacak
Şimdi paten kayan çocukları
Görünce gözlerim doluyor
Dikdörtgen bir kalas parçasına
Rulmandan tekerlekler takardım
Sürdüm mü, bilirdim
Benden küçükler peşime takılacak
Küçükler dedim de sahi,
Çocukluk aşkımı unutmam asla
Okşadığımda saçlarını
Fesleğen kokardı ellerim
Ve sanırdım dokunduğunda bana
Kalbim duracak

Patlangaç yapmıştık çitlembik ağacından
Sapan yapıp cam kırmışlığımız da var
Zaman nasıl geçerdi bilemezdik
Bir hurda kamyonetin kasasında
Köşe kapmaca oynarken her birimiz
Bilirdim, kimimiz Sekiz köşe olacak

Onlarcamız koşardık
Teneke bir kutunun peşinden
Mehmetlerin bahçesi büyüktü
En iyi yerdi kuka oynayacak
Düştüm mü incirden düşerdim
Yoksa ne vardı ağlayacak
Bakıyorum büyük alışveriş merkezlerinde
Çocuklar için yapay oyun yerleri var
Plastik bir kaydırak
Plastik bir tahtaravalli
Yanlarında bir de salıncak

Hangisi İndigo acaba şu çocukların?
Plastik kaydıraktan kayan mı?
Yok, yok o Kristal olmalı
Öyleyse şu sallanan İndigo’dur mutlaka
Tanıdım plastik salıncakta
Sallamadan sallanmasından onu
Kristal olan bak şu,
Düşerse plastik tahtaravalliden,
Belli ki, kırılacak

Plastik gülüşler biriktiriyorlar şimdi
İndigolar plastik
Kristaller plastik
Korkarım her biri ağladığında
Plastik ağlayacak

Naci ELMALI

SAKLI YASAK

Yasaklıyım.
Tut ki, filtresiz cigara gibi.
Dumanım tütünümden firaridir.
Ben ki, dumanımda saklıyım.
Firar ki, dudak tiryakisi kadının
hiç öpülmemiş dudakları.
Dudak
Bir bükümlük şaşkınlık ifadesi.
-İfadem işkence altında alındı.
İzleri avuçlarımda saklıdır.
Ellerim
Büsbütün sıkılmış yumruklar devşirir.
Devşirme bir rüzgar eser, az öteden.
Biraz esrik, en çok da mülteci.
Göğsüm
Bembeyaz çift kişilik yastığın
sımsıcak tek kişilik çukuru.
Geceleyin kayan yıldızları dinlendirir
Ve ben bu yüzden,
her gece bir dilek tutarak uyurum.
Uykum
Şarapnel sıyırmış
yaralı Arap çocuğunu besler, büyütür.
Büyürüm, içimdeki çocuğun oyuncak silahı düşer elinden.
Vurulmuştur.
Biraz yürür, ağır aksak ve yığılır kalır, yüzükoyun.
Düşlerinde bir servi gölgesi üstünü örter.
Örtü
Filtresiz bir cigaranın dumanını andırırcasına
sarar ergin bedenini.
Beden
Benim tapınağım.
Anahtarı sende saklıdır.

Naci ELMALI

13 Mart 2012 Salı

TUTKU

Dağlar denizler okyanuslar çekiyor şimdi beni
senden olabildiğince uzaklara gitmeliyim
neylersin avareyim, yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum......
baharlarında gelincikler açmalı o ülkelerin
pervasız , ve ben alabildiğince haykırmalıyım
seni ne kadar sevdiğimi, umarsız
ciğerlerime dolan hava kadar,nefes kadar ,sen kadar
hayat kadar
duymalı ilgili ilgisiz herkes bu ümitsiz aşkı
ve bilmeli deniz kuşları ne zordur,rüzgara karşı uçmak gibi
yaşamı taşımanın ağırlığı
yağmurlar yağmalı sensiz sahillerine o şehirlerin şimdi
ve ben bir kez daha bırakıp gitmeliyim
eğer bu defa başarabilirsem
aklımın en derinliklerinen sökerek seni
Kolay olan ceketi alıp yürümektir
senin yaşamından çıkıp hayata
zor olansa
seni asla bitiremiyeceğimi bile bile
dayanmak verdiği acıya
zavallı yüreğimle.
zamanları,mekanları aşabilir ademoğlu isterse
aşamayacağı tek şey se
geri de bıraktığı yarım kalan
ve birdaha asla
yaşayamadıklarıdır nedense
zamanla örselenir kabuk tutmuş gönül yaralarım
ama ne zaman sana dair bir şey gelse aklıma
başlar kanamaya en tutsak yanları, adamlığımın
ve işte sevgili tek bu yüzden dağlar denizler
okyanuslar çekiyor şimdi beni senden
ve diyorumki kendi kendime içimden
olabildiğince uzaklara gitmelisin sevdiğinden
bilmiyorum neden böyle avareyim,yorgunum
bilmiyorum neden sana tutkunum
bilmiyorum neden böyle vurgunum
bildiğim se denizler okyanuslar çekiyor senden beni
affet sevdiğim çarem yok
bırakmalıyım bu tamamlanmamış
yarım kalmış çaresizhikayeyi…..

İzmir 24 şubat 2010
Saat 18..50
Çalışma odam da tek başına…..

Özeleştiri

Biz ne zaman ıskaladık bu hayatı
Hani başka olacaktı her şey artık 7tepeli şehrinde
Senin o en çok tutku ile sevdiğin bu kentte
Rüzgarlar sert esmiyorsa artık
küçük kalbinde
Bana sorma aşk bakışlım anlamı sadece
sende yüklü bu çaresizliğin
Nedenleri arama bence
sadece yaşa gönlünce
Eğer değer katan buysa varlık sebebine
Üsküdarda bir meltem olacaksın
bu gece
Yada uzun yol arkadaşı
bir yolcuya Ankara trenininde
Kimbilir oda ıskalamış olabilir
hedefi geçmiştedeki seferinde.
Acaba göründüğün kadar
güçlümüsün bu yaşama inat
Yoksa yalnız gecelerde ev arkadaşınmı
seni hayata tutunduran bu şehirde?
bilirim
Cevabı tüm bu soruların
yalnız ama yalnızca sende.
İ.G.

HAYAT BİLGİSİ


 Yılda oniki ay
Ayda dört hafta
Haftada yedi gün
Yedi gün Çarşamba.

Muharrem DOĞAN
Dört Dizelik Duygular-II

FİLİZ ALTINTAŞ

Unuttuklarımı hatırlatabilir misin bana?
Mesela özlemeyi öğretebilir misin?
Öğret ki;
Burnumun dibindeyken bile
Bir an kırptığımda gözlerimi
... Kirpiklerim Aşk’la ayrılsın birbirinden
Seni tam karşımda göreyim
Sonrasında bakıp g’özbebeğinin taa iç’ine
“Biliyor musun, az önce seni o kadar çok özledim ki!" diyebileyim..

Filiz Altıntaş
11 Haziran 2011

BATIK GEMİLER KUMBARASI


- I -

Batık gemiler kumbarasıdır deniz
Sissiz ve rüzgarsız bir havada, sessiz
Şöyle bir bakarsanız dibine, görebilirsiniz
Görebilirsiniz kendinizi ve diğerlerini
Sayabilirsiniz kaç kişisiniz, kimlerlesiniz
Ne zaman battınız, hangi gemidesiniz

Evet, evet yanlış duymadınız
Batık gemiler kumbarasıdır, deniz
Ve sizlere anahtar şiirler sunan bendeniz
Tüm samimiyetimle söylüyorum ki
Açamazsanız kumbarayı, kırabilirsiniz

Bir değil pek çok gemim var batık
Kendinizinkini değilse de,
Benim gemilerimi yakabilirsiniz

- II -

Dalgakıranın kıramadığı
Büyük bir dalgaydım
Bir bakış baktın
Kırıldım, tam orta yerimden

Korsan gemilerinin toplarıyla
Sürekli dövdüğü
O kimsesiz kıyıydı ellerim
Yakalamıştım, bir gemiyi palamarından

Nereden bilebilirdim gözlerinin
Dev bir liman olduğunu
Korsan gemilerini barındıran
Ah nereden bilebilirdim
Gözlerimin batık gemiler biriktirdiğini
Az önce ayrılmış o limandan

Naci ELMALI

13 Mart 2012

İs ve kan kokuyordu sokaklar...
Yeri göğü inletemeyen çığlıklardı yürek parçalayan...
Çığlık duyulursa işe yarardı ya hani,
Binlercesi bile yaprak kıpırdatamıyordu işte...
Küçüktüm...
Bir itfaiye merdiveni gözümün önünde, üzerinde Aziz Nesin...
Yıllardır o merdivenin üzerinde öylece duruyordu ya hani,
Aşağı indiremedim onu,
Bugün düştü...
A.Ç

hey! siz Kaf Dağının ardındakiler

hey! siz Kaf Dağının ardındakiler,
biz gerçeğin eteklerinde yaşayanlar
birbirimize neler ederiz bir bilseniz
durmaz kaçardınız kitaplarınızdan
uyku öncesi anlatılan tüm masallardan
c.konca

Günaydın...


Bir yılı 10 geçiyordu zaman...
Bir ömrüyse yarım!
Bir kardelen miydi hayat, soğukla koyun koyuna,
yoksa bir papatya mıydı baharı bekleyen?
Neydi hayat?

Biz ona hep geç kalırken
ve o bu kadar acımasızken,
Reva görülen miydi elimizi ayağımızı dolayan?
Bir yılı 10 geçiyordu zaman...
Ve hiçbir günaydın için geç kalınmamıştı belki de,
kim bilir...!
A.Ç Mart 2012

12 Mart 2012 Pazartesi

DENİZ VE KÜLLER

güneş
gömülsün sularına denizin.
gökte
çiçek açmış nar ağacı olsun bulutlar.
anlıyacağın,
yine akşam olsun izmir’de.

sahilde,
kumların üstünde bir yerde
bir kucak çalıyla
bir ateş yakalım önce.
dalgaların köpüğü denizde
kıyıda kumların tepecikleri
senin ellerin
benim yüzüm kırmızı
aynı alev renginde.

hele
elim eline değsin
hele
yüzüm yüzüne senin.
bin kucak çalıdan
bin ateş yansın içimizde.
alevler,
ateşini kıskansın yüreğimizin.
hem o yansın bir yandan
hem biz yanalım.

ardından
deli bir rüzgar çıksın daha sonra
savursun göklere küllerimizi
biz
denize
düşelim.

Muharrem DOĞAN

özledim

Ankara sırıl sağanak yağmur şimdi
Hasretini kanatırcasına yağıyor üstüme
Adının her harfi çarparak pencereme, yüreğime vuruyor
Tekrarlatıyor hasretini yanağımdaki sağanak,
ÖZ'LE'DİMMMM...
...
Filiz Altıntaş
7 Aralık 2011
Korkuya saplanmış ürküntü saplantısı adamlardan duygu kırıkları toplanır, polis takibi altındaki karanlık sokaklardan.
Gece yarısı bir ara sokakta köpek öldüren şarabıyla tutsak muhabbetler döner.
Üstü başı yırtık bir gözü kan çanağı mosmor adamlar.
Sonra onlar gelir. Caddeler hüzne döner. Kaldırımların kimsesiz bekçileri.
Bir elerinde tinerli üstüpüleri, öteki ellerinde umutlarını yakıp içtikleri sigaraları.
Yaşamak zordur İstanbulun karanlık gecelerinde.
Umutlar bitmiş yaşam kavgası başlamıştır gecenin bir yarısı.
İnsanlar aç, insanlar umutsuz ve yitik zamanlar.
Amaç ömür tüketmekse, yapılan eğlem doğrudur İstanbul'da.

A.Çuhadar
2009 bir yazı dizisinden

Bir "İyi geceler" Hikayesi...

Her akşam bu saatlere denk gelir iyi dilekler...
Bu saatlerde kimse kötü bir şey istemez yeni doğacak günden. Hiçkimsenin kötü bir dileği yoktur yelkovanla akrebin yeni bir güne doğru yol aldığı saatlerde...Herkes yeni,pırılpırıl bir güne uyanmanın umudunu taşır içinde...
.....
Yeni bir gün doğar...
... ....
Ve sen çoktan unutmuşsunndur dilediklerini...
Hiçbir şer değişmemiş, hiçbir kötülük yerini bırakmamıştır iyiliğe...
.....
Boşver...
Yarın da akşam olur nasılsa...!
 
A.Ç.

İhtimaller dahilinde düşmek üzereyim...

Hadi diyorum... Tekrar, sil baştan başlayalım...
Sil istiyorum ama baştan değil. Sondan başa doğru olsun bu siliş ya da benim istediklerimi silelim gerişi kalsın...
Her sabah aynada gördüğüm benden daha da uzaklaşıyorum... Her sabah kaçıp saklanmak istiyorum yorganın altına, kendimden kaçmak , senden kaçmak, eşimden dostumdan kaçmak istiyorum hatta inanmayacaksın ama kaçıp sığınmak istiyorum allaha, hani şu rahim ve rahman olana.
... Ama olmuyor, ben yine her sabah kendimle uyanıyor, yine kendimle yaşıyorum.
Elimde bana verdiğin kağıtla uyanıyorum ve günün her saati ucunda duruyorum o kağıdın... Ama düşmüyorum. Düşersem başıma gelecekleri orada burada göstere göstere , karşıma çıkara çıkara bellettin bana.
Gözümü yumdum başlarda , kanalı, hatta yolumu değiştirdim ama yine başaramadım. Ezberledim hepsini...
Hadi diyorum her sabah... ve sen her sabah bana pişkin pişkin sırıtıyorsun aynada... üstelik her sabah tükenmez kalemlerle karaladığın o kağıdın ucunda buluyorum kendimi...
Korkum kağıtta yazanlar değil....
Kağıdın ucunda durmak rahatsız ediyor beni...
Düşme ihtimali canımı sıkan...
Böyle değildin sen ... “Hayat sevince güzel” şarkısını bize söyletendin... Artık kimse sevmiyor birbirini... Herkesin gözünde nefret, yüreğinde kin.. zaten yüreğindeki de yüzünde ya neyse! Rüyalarım bile rahatsız senin yüzünden... Uykularım bölük pörçük... Ucundan yakalamış olma ihtimaline de sevinemiyorum, çünkü zaten ucunda yaşıyorum...
Son kez söylüyorum; Hadi ama... Tekrar sil baştan başlayalım...
A.Ç

inanırım deme beni sevdiğini



 Kadınları tanımak zor zanaat derdi babam
Şimdi anlıyorum ne demek istediğini
Ah babam ne dobra adamdı,kim anlamışki
O en yüce varlıkları
Ben daha elinde çemberi toy cocuk
Yıllar yorgunu masumcuk
Gözlerinde bitmez tükenmez yorgunluk
Acıyla beslenen duygulara gebe hayta yanım
Bir türlü öğrenmeye doyamadığım
Kadınları anlama sanatım
Ahh benim yalnız yanım,vurgun kalbim
Sensizlik içinde mağrur duran dimdik başım
Elimi uzatsam diyorum tutarmısın düşmeden duçar
Ne olur bakma öyle siyah siyah,
yorgun kalbim
Bir atar, an gelir susar
Ne olur deme ,beni sevdiğini
Bilirim yalansa da inanır kanarım
Melek yüzlüm
Bilirim sonu yok bu aşkın, ama neylersin
Konu sen olunca bu yürek her daim
ürkek ve şaşkın
Deme inanırım,hayat durur, zaman durur
Her şey sen olur
İnanırım , kanarım yaram senden acı çeker
içim çoşar,kalp atar,lakin
Arkamı dönüp çıkmalı hayatından
Çünkü bir tanem
Bilirim sonu gelmez ,gelemez bu sevdanın
Ki ben hala sana tutkun
Kadınları anlama sanatında
Elinde çemberi zavallı vurgun
Yinede isterim, beklerim
şimdi olsamda
Yaşamın hazanın da biraz durgun
Şimdi demiralma vakti bu son limandan
Daha ne bekler durusun be şaşkın
Şimdi susma vakti ankara da ……
 
İmre Gaffaroğulları

Aysu Koçanalı'dan...


lapa lapa tükürdü tanrı dağın başına
manzarasına aşağıda yaşayanların
saf çocukların salt sevinç çanları çaldı başlarında
aramadı kimse mutluluğu
bulamazdı da zaten tanrının büyük kardeşini...

İstanbul Hatırası


Bu şehir sana kalsın
Unuttuğunla kal beni
Yeditepe, boğazı, ereni
Her biri sende kalsın
Ne varsa paylaşamadığım
Senden bile kıskandığım
Her şeyim sende kalsın
Gülerek an beni

Bu şehir sana kalsın
Yitirdiğinle kal beni,
Vapurun dumanı, martısı
Simidinin susamı
Balık ekmek arası
Neyi varsa paylaştığım
Her şeyi sende kalsın

Rum’u, Ermeni’si, Roman’ı
Kürt’ü, Çerkez’i, Laz’ı
Aynı ve bir o kadar farklı
Tüm dostlarım sana kalsın
Yalnızlığında an beni

Kalsa da bu şehir sana
Sen pişmanlığınla
Özlediğinle kal beni
Camisi, kilisesi, havrası
Dualarında an beni

cihan konca

10 Mart 2012 Cumartesi



Senin aşkının şarkısından
Ben sessizliğimi duymuyorum bile
Aslında sessizlik değilim ben
“O” yüreğin sesindeki aşkıM
Ankara ne zaman sussa
Anlayın ki aşk dile geldi...

Filiz Altıntaş
10 Mart 2012
22.00

DİLEK







SEVDA YÜKLÜ GÖNÜLLER
HASRETLE VUSLATI BEKLER
DOĞAN GÜNÜN ARDINDAN
... BİTMEZ OLUR GECELER

GEÇER AYLAR, GEÇER YILLAR
AŞILMAZ OLUR YOLLAR
AŞK ATEŞİ KOR OLMUŞ
SÖNDÜREMEZ DERYALAR

GİDEN DÖNMEZMİŞ DERLER
ŞARKILARDA BÖYLE SÖYLER
MEVSİM HAZAN OLMADAN
KAVUŞSUN HEP SEVENLER.


 BORA ÇETİNKAYA

ben seni bir avuç gökyüzü gibi sevdim
ayı hilal, yıldızı bol ,gecesi
güzel bir gecelik giymiş
rengi safir
ben seni bir avuç gökyüzü gibi sevdim
özgür kuşların uçtuğu
mavi beyaz bulutlu
güzel bir mayıs günü
bulutlardan hayal kurup
bir çimen denizinde koşarken
papatya falları seviyor dediğinde

ben seni bir avuç gökyüzü gibi sevdim
ben seni bir avuç hücremde
şu koskoca dünyaya inat
her hücremle sevdim bir tanem
güneşli görüş günlerinde

cihan konca

9 Mart 2012 Cuma


Yine de her şeye ve herkese rağmen yürümek sonsuzluğa...
Anlamak hayatı, karışmak kalabalığa..
Tek başına kalabalıklaşmak...
İşarettir hayatı anlamaya...


Filiz Altıntaş
13.06.2011

BİR AŞK HİKAYESİ..


ARKADAŞ TOPLANTISINDA TANIŞIRLAR;
HOŞLANMIŞLARDIR BİRBİRLERİNDEN.
BİRKAÇ HAFTA SONRA;
... “SENİ SEVİYORUM” DER DELİKANLI.
KIZ BİRAZ MAHÇUP VE ÜRKEK,
“BEN DE” DİYE CEVAP VERİR.
BİRKAÇ AY SONRA;
“EVLENMEK İSTİYURUM SENİNLE” DER DELİKANLI.
KIZ MUTLULUKTAN UÇARCASINA,
“BEN DE “ DİYE CEVAP VERİR.
VE EVLENİRLER…
BİRKAÇ YIL SONRA DELİKANLI
BİRAZ MAHÇUP, BİRAZ ÜRKEK
“AYRILMALIYIZ, BAŞKASINA AŞIK OLDUM” DER.
KIZ MUTLULUKTAN UÇARCASINA,
”BEN DE” DER…

SON
 
BORA ÇETİNKAYA

meçhul

"Fiili meçhul" bir cümlenin elinden aldım heceyi
Yüklemi bol bir cümleye koydum

... Hoyrattı soru zarfları
Ellerinde cop
Ellerinde falaka sopası
Vurdukça vuruyorlardı heceye

Artık hece olmaktan çıkmıştı
Şu küçücük hece
Dönüşmüştü koskoca bir bilmeceye
-yine senin olmadığın bir gece

Hiç masrafsız, kelepir mısralarım vardı
Bir de ilk sahibinden, doktor bayandan imgelerim
Ve fiili meçhul cümleler kurmadım hiç
Çok sıkı şiir yazardım yazdım mı
Gelişi güzel zaman zarfları hariç
Bir örnek isterseniz
“yarın yazacağım” yazdıklarımı
“sabahleyin vereceğim”
-seninle uyanmadığım sabahı neyleyeyim

Bir dilek kipi, nezarette kendini asmıştı
Bir fiilin eli yanlışlıkla prize dokunmuştu
-aslında bütün harfler biliyordu ya
Az önce tıknaz mı tıknaz
Kel kafalı bir soru zarfı
Her birini sorgulamıştı
-beni sadece sen sorgula

“Fiili meçhul” bir cümlenin elinden aldım heceyi
Yüklemi bol bir cümleye koydum
Bir iş
Bir oluş
Bir hareket bildiren cümleler kurdum
Bir örnek isterseniz
"Deniz temizdir” dedim
"Komonissin sen" dediler
Kirlettikçe “kirlettiler”
-ben artık sende temizlenebilirim

Naci ELMALI

HİÇLİKTEN GELEN

Gecenin en pasaklı saati
Bir kabusla sıçradım
Ama ne sıçrama
Başım kızıl bir buluta değdi
Kibrit kutusu kadardı gökyüzü
Ve Kırk bulut vardı vasati

Düşündüm şöyle bir
Venüs’ün göğsüne sırtüstü yatıp
Bacaklarımı herhangi bir yıldızın üstüne atıp
Sanki ben artı yüklüydüm
Bulutlar eksi yüklüydü
Akmaya başladı tıp, tıp
Tanrının gözyaşları
Oysa az önce ölecekti
Gülmekten katılıp

Akan gözyaşlarına tutundum
Aktım tanrıdan bana geldim
Sanki anamın gözyaşlarıydım
Damladım kendime tıpatıp
Ben oldum sana geldim
Güneşin alnını karışladım
Sen oldum yana geldim
Hem tazeyim hem bayat
Yeme beni yanımda yat
Dem oldum çaya geldim
İç beni
Hiç beni

Naci ELMALI

8 Mart 2012 Perşembe

EBRU’ya

Bir düştü önce, ebrulî
Adım adım düştü gönlüme
Sessizdi çığlıkları
Hani bir bebeğin uykusundaki
iç çekişleri gibi
Hani günlerce ağlamış da
Gözyaşları tükenmiş
Hıçkırıkları boğazına tıkanmış gibi
Yine de bir anda kaldırınca başını
Bir ışık çaktı, ebrulî, gözlerinde
Düşlerin alazı
Sevginin palazı
Ömrümün özeti geçti bakışlarından
Ruhuma uzandı
Kalbime bir tohum bıraktı
Çıktı…


Bahar  Tapkaç
1 Mart 2012

gece beklesin bizi...

gece beklesin bizi
yeter, yoruldum ben beklemekten
kıvrılıp uzansın yanı başımıza yıldızlar
gökyüzü çarşaf olsun yatağımıza
gece beklesin bizi
kıpır kıpır, heyecanını avutsun ayla
serinliği ürpertsin tenimizi
gece beklesin bizi biraz da
kavuşma sancısı şimşek gibi çaksın
bir anlık telaşla aydınlansın
gece beklesin bizi
yoruldum ben beklemekten…
Bahar Tapkaç
27/02/2012

Baba, can…


Baba, can…
Tanıyor muyduk birbirimizi?
Anılarımız ortak mıydı?
Baktığımızda aynı şeyleri gördük mü hiç?
Hep o eksikliği sarmaladı kollarımız
O boşluğu kucakladı
Bilseydik…
Zaten bilmiyor muyduk?
Baba, can…
Hiç bildin mi?
Benim bilmediğim
Senin söylemediğin
Yokluğun hayaletleri ile dans eden
o esrik sevgiyi
Sadece gözlerim miydi sana benzeyen?
Bunu bile bilmiyorum
Baba, can…
Hiç yoktun ki olduğun yerde
Oysa şimdi,
Hep buradasın
Yokluğunla
Ne tuhaf…

Bahar Tapkaç
29/02/12

KİBİR DENİZİNİN GÜNCESİ

Dün
...
Hiç bilmediğin denizde
bildiğin duaları savururdun
Yüzme bilmediğin için
salya sümük yalvarırdın
samimiyetle yapardın bunu.
Salya sümük dedim ya
boğulmamak için

Bugün

Köpekleme yüzmenin mucidisin

Yarın

Kıyıya çıktığında
ilk yapacağın iş ne biliyor musun?
şöyle uzun uzun bakıp denize
şişirip ciğerlerini uzun uzun
kendini öveceksin
nasıl da boğuştum şu azgın denizle deyip
göğsünü gere gere
dalgalara söveceksin

Bir şey de var ki hiç bilmeyeceğin

Sonsuz

Seni kağıttan bir gemi gibi
güvenli kıyıya taşıyan dev dalgalar
tek bir emirle yaptılar bunu
“ol” denilen oldu

Sen kurtuldun belki
ama sende saklı olan
o uçsuz bucaksız
masmavi çarşaf gibi
kibir denizinde
bir insan kayboldu

Naci ELMALI

Serzeniş


İnsan herşeyi yapabilir aslında
Bir anda unutabilir tüm sevgileri
Yada değiştirebilir ,gidişatını kaderinin
Hatta sevebilir yeniden her şeye rağmen




Bazen yabancı olur doğduğu büyüdüğü
Yerlerde elinde olmadan
Başkalaşır o şehir içinde taşır sılayı, acıyı
Bilmezler üçüncü şahıslar,
İnsan bir şeyler yapmalı aslında
Şu duygusuz, kokusuz plastik çiçekler gibi
yaşayanlara inat
Ve insan önem vermeli aşka kendisi hissetmesede
Yada hiç tad almadıysada onu dair bu hayattan
İnsan ah insan sen yokmusun sen
Her şeyin başı ve sonu sen olacaksın ya
Birde yenebilsen kibirini ve çıkarabilsen
yüzündeki o sahte gülümseyen maskeni..
ve sen insan her şeyi yapabilecekken her zaman
yine yenik düşeceksin biliyormusun
zamana ve kararsızlığına…………… 

İmre Gaffaroğulları




28.aralık 2009
saat :20.43
İzmir

ÖTEKİ BEN




GECENİN BİR YARISI
OTURMUŞUZ YANYANA
BEN VE YİNE BEN
KONUŞTUK BİZBİZE
İKİ LAFIN ARASI
SEN VE YİNE SEN
DÜŞMÜŞ VEFASIZ ELİNE
KAPILMIŞ SEVDA SELİNE
TÜKENMİŞ UMUTLARI
SÖNMÜŞ HAYALLERİ
DEDİM: BU SEVDANIN KARASI
DURMADAN KANIYOR
İFLAH OLMAZ BU GÖNÜL YARASI...
ACIDIM KENDİ KENDİME
AĞLADIM.. AĞLADIM...
SONRA ANLADIM Kİ
YAŞATMAM İÇİN BENDEKİ BENİ
ÖLDÜRMELİYİM ÖTEKİ BENİ....
BORA ÇETİNKAYA

CAMA YAZILAN...

Bir su bardağıydı cam
Camdan bir bardaktı su
Sudaki soğuktu buğu
Buğudaki sıcaktın sen

Bir çay bardağıydı cam
Camdan bir bardaktı çay
Çaydaki sıcaktı duman
Dumandaki firardın sen

Paşabahçe Cam Fabrikası'nda
Bir cam ustasıydı Recep
Recep'teki emekti cam
Emekteki dudak iziydin sen

Paşabahçe Cam Fabrikası'nda
Endüstri mühendisiydi Oya
Camlara ruhunu veren
Ruhtaki kaşık sesiydin sen

Paşabahçe Cam Fabrikası'nda
Temizlik görevlisiydi Hasan
Yerde, zerre cam bırakmayan
Cam kırığı sesiydin sen

Kim miydim, bütün bunları bilen?
-boş bir çay tabağıydım ben

Naci ELMALI

DÖNGÜ




Bir demet çiçek olsam,
Yarin göğsünde solsam.
Yar ağlasa soldum diye,
Gözyaşıyla canlansam.


Muharrem DOĞAN
Dört Dizelik Duygular-VI
Kabil / Afganistan-2005

7 Mart 2012 Çarşamba

KADIN

Kimi der ki kadın
uzun kış gecelerinde
yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir
Harman yerinde dokuz zilli
Köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.

Nazım HİKMET

6 Mart 2012 Salı

Hayyam'dan

Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.

Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

İçin temiz olmadıksan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?

Var mı dünyada günah işlemeyen söyle:
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;
Bana kötü deyip kötülük edeceksen,
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.

Felek ne cömert ne aşağılık insanlara!
Han hamam, dolap değirmen, hep onlara.
Kendini satmıyan adama akmek yok:
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!

hoş geldin...


Hoş geldin iki gözüm !
Bir ülke yok oluyor inkar ve imha tecritlerinde
Ve kendi kimliğinde vuruluyor umutlar
Haince
Zalimce
...
Oysa;
Tüm düş(üş)lerimiz Üçüncü mevki bir vagonda büyüyen AŞK İçindi sadece...

Filiz Altıntaş
23 Haziran 2011
Ankara

BAŞKA BİR BİLMECE

BAŞKA BİR BULMACASIN
HERGÜN BAŞKA BİŞEY KEŞFEDİYORUM SANKİ
YUKARIDAN AŞAĞI YAZIYORUM
SAĞDAN SOLA BAŞKA BİŞEY ÇIKIYOR
BAZEN EN ANLAMLI CÜMLE OLUYOR
BAZEN CÜMLEYE SEN ANLAM KATIYORSUN
DEDİM YA BALIK GİBİSİN
GÖRÜYORUM YAKALAYAMIYORUM BAZEN
BAZENDE DAHA KANADI AÇILMAMIŞ KUŞ GİBİSİN
YÜRÜYÜP DE GELİYORSUN YANIMA
RÜZGARIN ZATEN ÇOK BAŞKA
SEN NASIL ESİYORSAN
DALIMDAKİ YAPRAKLAR ONA GÖRE SALLANIYOR
SEN BAŞKA BİR BİLMECE
BAŞKA BİR BULMACASIN
CEVAPLARINI ASLA ERTESİ GÜN BULAMADIĞIM.....


TARKAN YILDIZ
İSTANBUL

niyetsiz...




Ankara ya kar yağıyordu sessiz
Örtüyordu tüm gizemi ile yaşananları
Ve elbet çıkacaktı onlarında foyaları
...
Gösterince güneş yüzünü soğuk
Bir şubat gününde ankarada densiz
büklüm sokağın köşesinden salınınca
kuğuluya doğru eriyen karlar
aşkı sevgiyi bekleyenler başlarlar aramaya
kayıp özlemlerini gölgeler gibi bedensiz
Sen,ben ,Ankara bu şehir tuhaf ama
Ne kadar da isteksiz
Kimilerinin başlarında kavak yelleri
Niyetsiz
Kimisi hazanı yaşıyor ömrünün bu son deminde
Çaresiz
Sen ben Ankara
Tuhaf bu şehir bu akşam neden kadınım söyle
Neden bu kadar sessiz
Ankara ya kar yağmıyordu artık
Ve örtmüyordu beyaz örtüsünü
Kimbilir belkide o da biliyordu bu aşkın sonu
Zaten baştan çaresiz
Ve biz terk ediyorduk ankarayı
Ve tüm yaşayamadıklarımızı
Bir çare kardelenlerin aksine
Umutsuz ve mücadelesiz
Büklüm sokak köşesinde meyhane sarhoşları
Bir ıslık tutturmuşlar dudaklarında yürüyorlar
Olup bitenden habersiz
Ve ben sensiz sen benden bir haber beklentisiz
Ankara ya kar yağıyordu sana bana inat
Sessiz ,sessiz sessiz….

06 şubat 2010-02-06 saat:23.07
Ramada otel/ankara
İmre Gaffaroğulları

yaşayıp göreceğiz...





yaşayıp göreceğiz
yaşayıp öleceğiz
belki bir ömür sürecek
anlamak kıymetini
rahmetin,merhametin
...
ibadetin
aşkın o masum bakan
en saf halinin
 

Cihan KONCA

ÜÇ EVRE




     















- I -


Güneş geçti zaman
Ben ki
Kışından baharı eksik olmayan çocuk
Gözümü alan her güneş ışığından
Masal kahramanı olmaya öykündüm
Oyuncak geçti bu yüzden
Yere fırlatılınca kırılan
Her "An"

- II -

Deniz geçti zaman
Ben ki
Ayın şavkından muzdarip yakamoz
Varlığımı kanıtlayan her kürek kımıltısından
Var olmaya öykündüm
Kar suyu geçti bu yüzden
Denizkızının kulağına kaçan
Her “An”

- III -

Yağmur geçti zaman
Ben ki
Karından kardanadam olmayan adam
Düşen her yağmur damlasından
Kar olmaya öykündüm
Sağanak geçti bu yüzden
Ahmakıslatan
Her "An"

Naci ELMALI
06.03.2012

Ses








Çeneni avuçlarının içine alıp,
duvara dalıp
kalma!.
Çeneni avuçlarının içine alma!.
Kalk!
Pencereye gel!
Bak!
Dışarda gece bir cenup denizi gibi güzel,
çarpıyor pencerene dalgaları..
Gel!
Dinle havaları:
havalar seslerin yoludur,
havalar seslerle doludur:
toprağın, suyun, yıldızların
ve bizim seslerimizle...
Pencereye gel!
Havaları dinle bir:
Sesimiz yanındadır,
sesimiz seninledir...


N.H.R

Mutluluğu Benimle Bulan...


Şehirlerarası Kaybolduk...


"Daha falası" mı dediniz? Buyrunuz...